Osmanlı Devletinin İlk Anayasası Nedir? Bir İmparatorluğun Modernleşme Yolculuğuna Bilimsel Bir Bakış
Osmanlı tarihine ilgi duyan herkesin aklında mutlaka şu soru belirmiştir: Yüzyıllar boyunca geleneksel hukuk ve padişah iradesiyle yönetilen bu imparatorluk, modern anlamda bir anayasaya ne zaman kavuştu? Tarih sahnesinde mutlak monarşiler yerlerini anayasal düzene bırakırken, Osmanlı Devleti de bu dönüşümden geri kalmadı. İşte bu dönüşümün en somut adımı, 19. yüzyılın son çeyreğinde “Kanûn-ı Esâsî” ile atıldı. Peki bu belge neydi, neden gerekliydi ve Osmanlı için ne ifade ediyordu?
Modern Anayasa Kavramına Doğru: Osmanlı’nın Dönüşüm İhtiyacı
Mutlak Monarşiden Hukukun Üstünlüğüne
Yüzyıllar boyunca Osmanlı’da yönetim, padişahın mutlak otoritesine ve şer’i hukuka dayanıyordu. “Padişahın sözü kanundur” anlayışı uzun süre geçerli oldu. Ancak 18. ve 19. yüzyıllar, Avrupa’da anayasal düzenlerin doğduğu ve monarşilerin sınırlandığı bir dönemdi. Fransız Devrimi’nin getirdiği “egemenlik millete aittir” fikri ve sanayi devrimi sonrası artan toplumsal talepler, Osmanlı’da da değişim baskısı oluşturdu.
Osmanlı, askeri yenilgiler, ekonomik krizler ve milliyetçi isyanlarla sarsıldıkça, merkezi otoritenin sürdürülebilirliği için reform ihtiyacı kaçınılmaz hale geldi. Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) gibi düzenlemeler bu dönüşümün ön adımlarıydı. Ancak bunlar anayasa değil, padişah iradesiyle ilan edilen bildirgelerdi. Gerçek anlamda bir anayasa, yani devletin temel yapısını ve yönetim biçimini belirleyen yazılı bir metin, ancak 1876’da hayata geçti.
Kanûn-ı Esâsî: Osmanlı’nın İlk Anayasası
1876’da Yeni Bir Dönem Başlıyor
Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası 23 Aralık 1876’da ilan edilen Kanûn-ı Esâsî’dir. II. Abdülhamid döneminde yürürlüğe giren bu anayasa, imparatorluğun modernleşme sürecinde bir dönüm noktası oldu. Adı “temel kanun” anlamına gelen Kanûn-ı Esâsî, yalnızca hukuki bir metin değil, aynı zamanda Osmanlı’nın Batı’ya uyum çabasının da bir sembolüydü.
Anayasanın hazırlanmasında, dönemin aydınlarından oluşan “Cemiyet-i Mahsusa” adlı bir kurul görev aldı. Bu kurul, Avrupa’daki anayasalardan ilham alarak Osmanlı’nın siyasi ve sosyal yapısına uygun bir çerçeve oluşturdu. Böylece hem Batılı anlamda bir anayasal düzen kuruldu hem de imparatorluğun çok uluslu yapısı korunmaya çalışıldı.
Kanûn-ı Esâsî’nin Amacı Neydi?
Devleti Kurtarmak İçin Hukuki Bir Reform
Kanûn-ı Esâsî’nin en temel amacı, imparatorluğun çöküşünü önleyerek devleti modernleştirmekti. Bunun için de padişahın yetkilerini belirli ölçüde sınırlamak ve halkın temsil edildiği bir meclis kurmak gerekiyordu. Bu anayasa ile:
Padişahın yetkileri hukuki çerçeveye bağlandı.
Yasama organı olarak “Meclis-i Umumi” kuruldu (Ayan ve Mebusan meclislerinden oluşuyordu).
Halkın temsilcileri ilk kez seçimle meclise girdi.
Temel hak ve özgürlükler (mülkiyet hakkı, kişi güvenliği, basın özgürlüğü gibi) tanındı.
Bu düzenlemeler, Osmanlı toplumunda büyük bir dönüşüm anlamına geliyordu. Artık devletin işleyişi sadece sarayın iradesine bağlı değildi; hukuk, temsil ve denge kavramları devreye girmişti.
Padişahın Yetkisi Gerçekten Sınırlı mıydı?
Kanûn-ı Esâsî her ne kadar modern bir anayasa olsa da, padişahın yetkileri tam anlamıyla kısıtlanmamıştı. II. Abdülhamid, meclisi feshetme ve anayasanın bazı maddelerini askıya alma yetkisine sahipti. Nitekim 1878’de I. Meşrutiyet sona erdiğinde anayasa fiilen rafa kaldırıldı. Ancak 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla yeniden yürürlüğe girdi ve bu kez daha kalıcı oldu.
Toplumsal ve Tarihsel Etkileri
Modern Vatandaşlık Kavramının Doğuşu
Kanûn-ı Esâsî, Osmanlı tebaası için yalnızca bir hukuki belge değil, aynı zamanda yeni bir kimlik inşası aracıdır. Artık tebaa, “kul” olmaktan çıkıp “vatandaş” olma yoluna girmişti. Seçimler, meclis tartışmaları ve basın özgürlüğü gibi uygulamalar, siyasal bilincin gelişmesini sağladı.
Geleceğe Atılan Bir Köprü
Bu anayasa, Cumhuriyet döneminde 1921 ve 1924 anayasalarına giden yolun da öncüsü oldu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni incelendiğinde, köklerinin 1876 Kanûn-ı Esâsî’sine dayandığını açıkça görmek mümkündür.
Sonuç: Bir İmparatorluktan Ulus Devlete Giden Yolun Başlangıcı
Kanûn-ı Esâsî, Osmanlı’nın siyasi tarihindeki en büyük kırılmalardan biridir. Geleneksel imparatorluk düzenini modern hukukla buluşturarak, devletin çöküşünü geciktirmek ve halk ile yönetim arasında yeni bir ilişki kurmak amacıyla hazırlanmıştır. Elbette eksikleri vardı, padişah hâlâ güçlüydü ve anayasa zaman zaman askıya alındı. Ancak bu metin, Osmanlı toplumunun modernleşme yolculuğunda atılmış en cesur adımlardan biriydi.
Bugün şu soruyu sormak ilginç olmaz mı? Eğer Kanûn-ı Esâsî hiç ilan edilmemiş olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal geleneği bugünkü kadar köklü olur muydu? Belki de tarihin en büyük deneylerinden birine tanıklık etmişizdir: mutlak monarşiden anayasal düzene geçişin Osmanlı versiyonuna.